|
DeyimLeR
Başı sonu belli değil: Çok düzensiz, karmakarışık.
Boynunun borcu : Bir kişinin yapmak zorunda olduğu iş.
Caka satmak: Çalım satmak, gösteriş yapmak. “Caka satmayı bırak da işine bak.”
Cambul cumbul: Pek sulu, suyu bol (yemek için). “Yemek cambul cumbuldu ama lezzetli olmuştu.”
Can alıcı yer (nokta): Bir şeyin en önemli, en çarpıcı yeri. “İnsan sağlığı, eğitim ve kültür konularının en can alıcı noktası, ekonomidir.”
Can atmak: Çok istemek, çok arzulamak. “Babası ile parka gitmek için can atıyor.”
Dağa çıkmak: Eşkıya olmak.
Dağa kaldırmak: Herhangi bir sebepten ötürü birini zorla dağa veya ıssız bir yere götürüp orada alıkoymak. “Eşkıyalar, karakol komutanının oğlunu dağa kaldırmışlar; ne istedikleri henüz belli değil.”
Dağarcığına atmak: Yeni bilgilerini, eski bilgilerine katmak; yeni bilgileri zihnine yerleştirmek.“Öğrendiği her yeni bilgiyi dağarcığına atmayı ihmal etmedi.”
Dağdan gelip bağdakini kovmak: Daha sonradan geldiği bir yere ya da karıştığı bir işte eskiden beri bulunan bir kişinin yerini almaya çalışmak.“Şu densize bak hele, dağdan gelip bağdakini kovuyor!”
Ecel teri dökmek: Çok korkmak, heyecan içinde bulunup terlemek, korku ve bunalım içinde olmak.“Köprüden geçerken ecel terleri döktüler.”
Eceli gelmek: Ölmek, sonu gelmek, yok oluş vakti gelmek.“Herkesin eceli gelecek ve bu dünyadan göçecek.”
Eceline susamak: Ölümüne yol açacak kadar tehlikeli işlere girişmek.“Bırak o silâhı elinden, eceline mi susadın sen?”
Eciş bücüş: Çarpuk çurpuk, eğri büğrü, düzgün yanı olmayan, çirkin bir biçim almış bulunan.“Eciş bücüş bir yazıyla karşılaşınca şaşırdı.”
Edebiyat yapmak: Bir işe yaramayan, konuyu açıklamaya yetmeyen, gerçeği yansıtmayan süslü, parlak ve gereksiz sözler söylemek.“Edebiyat yapmaya amma da meraklı bir insanmış.”
Falso vermek: Açık vermek veya kusurlu bir durumu olmak, kusuru açığa çıkmak. “Eninde sonunda bir falso verir demedim mi?”
Fareler cirit oynamak: Bir yer ıssız olmak, kimseler bulunmamak.“Koca köyde fareler cirit atıyordu.”
Felce uğramak: 1. Bir işin tamamen bozulması, durup ilerleyemez olması. 2. Hastalık sebebiyle organlarının bir kısmı çalışamaz duruma gelmek, kötürüm olmak.“Yaptığımız işin felce uğramasından korkuyorum.”
Gaflet basmak: Uykusu gelmek.“Siz konuşurken beni bir gaflet bastı ki hiç sorma, sizin konuştuklarınızı anladım diyemem.”
Gaflete düşmek: Dalgın, dikkatsiz, uyuşuk olmak.“Bütün toplum gaflete düşmüş, oynanan oyunları görmüyordu.”
Gam yememek: Kaygılanmamak, tasa etmemek, üzülmemek.“Seni bir kez daha gördüm ya, artık gam yemem.”
Islah etmek: Hatası, yanlışı olan kimseyi yola getirmek, doğru olanı görmesini sağlamak. “Allah seni ıslah etsin, ne zaman düzeleceksin!”
İcabına bakmak: 1. Gereğini yerine getirmek. 2. Yok etmek, ortadan kaldırmak. “O adamın icabına bakarız, merak etme sen.”
İcat çıkarmak: 1. Hoşa gitmeyecek bir huy edinmek, hoş olmayan bir davranışta bulunmak. 2. Gereksiz bir sorun ortaya atmak, çıkarmak. “Yeni müdür öğle saatinde toplantı icadı çıkardı.”
İç çekmek: Üzüntüyle göğüs geçirmek, derin derin soluk alıp hıçkırıkla ağlamak. “Yavrucağın iç çekişi dayanılır gibi değildi.”
Kabak tadı vermek: Bıktırmak, usanç vermek, tatsız olmaya başlamak. “Senin bu şakaların da artık kabak tadı vermeye başladı.”
Kabına sığmamak: Sevinç ve heyecanından taşkın hareketlerde bulunmak.
Kabir azabı çekmek: Çok sıkılmak, eziyet çekmek. “Kabir azabı çekmeye daha ne kadar devam edeceğiz?”
Öç almak: Yapılan bir kötülüğün acısını aynı derecede bir kötülük yaparak çıkarmak. “Öç alma fikrinden vazgeçirmeliyiz onu.”
Ödü patlamak: Ani bir olay sebebiyle çok korkmak. “Fareden ödüm kopar.”
Öküzün altında buzağı aramak: Kimi sebepler, bahaneler uydurarak suç ve suçlu bulma çabasında olmak.
|